Hilafet ve halifelik süregelen zaman boyunca tartışma yaratan konulardır. Hilafet kelimesi, makamın kendisine, halife ise bu makamda bulunan kişilere verilen isimdir. Bu makam Hz. Muhammed’in vefatının ardından oluşturulmuş, amacı ise Hz. Muhammed’in siyasi otoritesinin verdiği boşluğu gidermektir. Anlaşılacağı üzere siyasi bir kurumdur ve sadece dönemin İslam Devlet’inin liderliğini üstlenmek, devlet gerekliliğini devam ettirmek için oluşturulmuştur. İlk zamanlar kurumun liderliği, seçim ve biat yoluyla, sahabenin önde gelenleri; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali oluşturmuştur. Bu “Dört Halife Dönemi” 632’den 661 yılına kadar sürmüştür.

Hz. Ali’den sonra halifelik kurumunun seçim ve biat yöntemiyle seçilme adeti babadan oğula geçmiştir. Şöyle ki; Hz. Ali’nin vefatının ardından Mekkeliler, bu makama onun çocukları yani Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i denk görmüşlerdir. Yalnız dönemin Emevi Devleti -ki bu devlet Hz. Ali ile çekişmeler yaşayan Ebu Süfyan’ın ailesi iken, daha sonra bölgede kendi İslam Devleti’ni oluşturmuştur- bu denk görmeyi kabul etmemiş, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in şehit edilmesiyle halifelik kurumunu ellerine almışlardır. Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye halife seçilmiş ve halifelik artık seçim ve biat ile değil, babadan oğula devam eden bir sisteme dönüşmüştür.

İşte halifelik bu şartlar altında oluşmuş ve gelişme göstermiştir. Dört Halife Dönemi’nde halifelik, krallık ve şatafat altında değil, tevazu ve iradeci akılla yürütülmüş, Suriye ve Mısır gibi büyük toprak parçaları İslam Devleti bünyesine girmiştir. İslam’ın sancağını ve Allah’ın kanunlarını gittikleri yerlere, fethettikleri bölgelere götürme amaçlarını gütmüşlerdir ve bu amaçları şaşmaz şekilde devam etmiştir. Halifelik, Emevi Devleti’nin kurumu haline gelince tamamen siyasi bir güç olarak kullanılmış ve halife olan liderlerine ayrı bir kutsallık katmışlardır.

   Emevilerden sonra halifelik Abbasilere geçmiş ve zaman ilerledikçe her Müslüman devletin, kendi biat ettiği bir halife olmuştur. Halifeliğin ilk zamanlardaki saygınlığı ve gücü kalmamış, liderlerin çıkarı doğrultusunda kullanılmıştır. Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Mısır’ı Memlüklülerin elinden almasıyla halifelik makamı Osmanlılara geçmiş oldu.Halifeliğin, Osmanlıların elinde biraz da olsa nefes almış olduğu bilindik bir gerçektir. Çünkü o dönemde Osmanlı çok güçlü bir İmparatorluk halini almış Avrupa, Asya ve Ortadoğu siyasetlerinde söz hakkına sahip bir devlet konumundadır. Bu yüzdendir ki halifeliği siyasi bir ideoloji halinde tutmamışlardır. Ayrıca halifelikle birlikte padişahların dini statüsü olmasına rağmen, din işlerinin yöneticiliğini Şeyhülislamlar elinden ilerletmişlerdir.

Halifeliğin Osmanlılardaki bu konumu, Küçük Kaynarca Anlaşması’na (1774) kadar devam edecektir. Bu anlaşmayla artık Osmanlı eski gücünü kaybetmiş, savaşlardaki saldırı yönteminden savunma ve anlaşma yöntemine geçmişlerdir. Bu zamana kadar kılıcını kullanan Osmanlı Devleti’nin bu anlaşmadan sonraki dönemlerde uyguladığı politika süregelen geleneklerinin gücü ve halifeliğin kendisine vermiş olduğu yetkilerdi. Artık halifelik, Osmanlı için de siyasi bir unsur hâlini almıştır.

   Mustafa Kemal’in, ülkeye tanıttığı “laiklik” kavramı burada devreye giriyor. Bunun anlamı; dini duygu ve yaşantıda herkesin özgür olduğunu, bunun siyasetle, yönetimle bir alakasının olmadığını insanlara anlatmış ve bu doğrultuda gerekli tedbirleri almıştır. Buna dayanarak yine de bu kurumun uzun süreli geleneğine saygı göstermiş ve saltanatın kaldırılmasından sonra halifelik devam etmiştir. Bu süreçteki halife ise, TBMM’nin seçimi doğrultusunda Abdülmecid Efendi olmuştur. Lakin Abdülmecid Efendi’nin, saltanat ailesinden olması ve halifelik zamanlarında yöneticilik vasıflarını devam ettirmesi, snlsmlı kaftanlar giymesi gibi durumlar meclisin kafasını karıştırmıştır. Bu neticeler sonucu TBMM “eski monarşi geleneklerini devam ettirme, kurumun işlevselliğinin kalmaması” gibi nedenler sonucunda halifeliği de 3 Mart 1924 tarihinde kaldırmıştır.

Halifelik işte bu şartlar altında doğmuş ve son bulmuştur. Zamanın ilerlemesiyle birlikte kurumun değişimi paralellik göstermektedir. Kimileri dini liderlik gibi görür, kimileri ise Müslümanların son sığınağı olan bir kurum olarak görür. Halifeliğin üzerindeki bu algıların tek nedeni, Hz. Muhammed’in sözlerinin ve davranışlarının Müslümanlar tarafından anlaşılmamış olmasındandır. Ama kuruluş amacıyla bunların hiçbir alakası yoktur ki zamanla değişiklik göstererek bu yanlış algılara geçit vermiştir. Onun dışındaki dini vasfını, elde eden devlet ve yöneticiler yüklemiştir.